“Yetmişyedi yıl süren bu ara esnasında” Kafkasya’da “fikri ve idari bir intibah[6] ve kalkınma hareketi”[7] başlamıştı. Kazanuko Jabağı bu yeni dönemin önder kişisidir. Kafkasya’yı düşünsel ve yönetim zihniyeti açısından yeniden dizayn etmeye çalışan Jabağı, fikirlerini en iyi Kaytuko Arslanbek döneminde uygulamaya geçirmiştir.[8]
Kaytuko Aslanbek iktidarda bulunduğu süre içerisinde Kazanuko Jabağı’yı kendisine danışman, başbakan, yüksek mahkeme başkanı yapmıştı. Önce Kabardey’in sonra da tüm Kafkasya’nın bir devlet çatısında toplanabilmesi için prensler, beyler ve hanlar arasındaki mücadelelerin sona ermesi ve kabilelerin birliğini sağlamak gerektiğini söyleyen Kaytuko Arslanbek, Rusya, Osmanlı Devleti gibi karmaşık olmasa da Kırım gibi basit bir devlet düzeni kurmayı hedeflemiştir.[9]
Kaytuko Arslanbek, 1720 yılından itibaren Rusların (Çar Petro) Kafkasya’ya göz koyduklarını hissederek ve Kazanuko Jabağı’nın “Yakındaki komşu uzaktaki dost ve kardeşten iyidir. Bize Ruslar değil Karaçay-Balkarlar, Asetinler ve Çeçenler gereklidir. Düşmana sırtımızı dönmeyelim. Uyanık olalım” sözünden de etkilenerek, Hazar Denizi’den Karadeniz’e kadar olan tüm coğrafyada bir devletin olması için bütün bölgelere elçiler göndererek kurulacak birliğe katılmalarını istemiş ve bu birlik prensibini çoğu kabilece kabul edilmiştir.
Kaytuko Arslanbek’in birlik çabaları ve devlet kurma hazırlıkları Kafkasya’nın yeniden saldırıya uğraması üzerine kesintiye uğramıştır. İran Şahı Nadir Han’ın Dağıstan üzerinden Kafkasya’ya saldırması üzerine Gazi Kumuk lideri Mehmet Han “bunun sadece Dağıstan için bir tehlike olmadığını İran ordusunun Kafkasya’ya girdikten sonra diğer kabileleri de sürekli tehdit edeceğini” duyurarak yardım istemiştir. Yardım çağrısını cevapsız bırakmayan Kaytuko Arslanbek, diğer Kafkas bölgelerinden “Doğu Kafkas Birleşik Ordusu” oluşturarak[10] kısa zamanda işgalci İran ordusuna karşı üstünlük sağlamış ve İranlıları geriye püskürtmüştür.
Ama Kafkasyalılar kazandıkları bu savaştan büyük yaralar alarak çıkmışlardır. Kaytuko Arslanbek İran-Kafkas savaşında ağır yaralanmış ve 1746 Ekim’inde hayata veda etmiştir.[11]
[1] Tarihte Kafkasya, İsmail Berkok, sf: 349, İstanbul Matbaası, İstanbul 1958.
[2] Tarihte Kafkasya, İsmail Berkok, sf: 348, İstanbul Matbaası, İstanbul 1958.
[3] Kazanuka Jabağı, Osman Çelik, sf:21, Timaş Yayınları, İstanbul 1996.
[4] Kuzey-batıda Kırımlılar güney-doğuda İranlılar Kuzeyden ise Ruslar ve Kazaklar.
[5] Tarihte Kafkasya, İsmail Berkok, sf: 343-346, İstanbul Matbaası, İstanbul 1958.
[6] İntibah: Bir durum veya olaydan ders almak, ibret almak, uyanık olmak.
[7] Tarihte Kafkasya, İsmail Berkok, sf: 346, İstanbul Matbaası, İstanbul 1958.
[8] Kazanuka Jabağı, toplumsal dönüşüm için örf ve adetlerin (Khabze) bazılarını kaldırıyor, bazılarında da yeni düzenlemeler yapıyordu. Bu dönemde kan davası kaldırıldı. Topluluk içinde içki içmek ayıp sayılır hale geldi. Yağmacılık ve hırsızlık yasaklandı. Daha geniş bilgi için bkz: Kazanuka Jabağı, Osman Çelik, sf:169-184, Timaş Yayınları, İstanbul 1996. Kazanuka Jabağı’nın toplum ve devlet düzeni için koyduğu kurallardan birkaç tanesi: 1. Toplum disiplin ve erdem üzerine kurulu olmalıdır. 2. Devlet toplumdan doğmalı, daima toplumun aynısı kalmalı ve toplumla beraber olmalıdır. Böylece devletin görevi toplumu ortaya çıkaran çeşitli unsur birliklerinin hayat ve faaliyetlerini tanzim (kombine) etmekten ibaret olmalıdır. 3. Devlet başkanı seçim suretiyle tayin edilmelidir. Fakat seçilecek devlet başkanı asil ve liyakatlı olmalıdır. (Tarihte Kafkasya, İsmail Berkok, sf: 348-349, İstanbul Matbaası, İstanbul 1958.)
[9] Kazanuka Jabağı, Osman Çelik, sf:146, Timaş Yayınları, İstanbul 1996.
[10] Kazanuka Jabağı, Osman Çelik, sf:215, Timaş Yayınları, İstanbul 1996.
[11] Kazanuka Jabağı, Osman Çelik, sf:220, Timaş Yayınları, İstanbul 1996.
[12] “…Kazanuko Jabağ, altmış iki yaşındaydı. Yılların verdiği yorgunluğa, Kaytuko Aslanbek'in ölümünden dolayı duyduğu derin keder eklenmişti. Güç aldığı ve dayandığı otorite yok olmuştu. Günlerce içinde bir boşluk hissetti. Adeta konuşmaktan korktu. Ancak bu hali uzun sürmedi. Kendisini çabuk toparladı. Onun yapısında olan bir insanın, miskin, münzevi bir hayat sürmesi mümkün değildi. Kısa zamanda topluluğun arasına döndü. Caminin avlusunda özel olarak inşa edilmiş duruşma salonuna her gün devam etmeye başladı. Kendisine getirilen bir dava konusu olsun olmasın günün büyük bir kısmını orada geçiriyordu. Boş olduğu zamanlarda yanına gelenlerle sohbet ediyor. Onlarla çeşitli konuları tartışıyordu. Mehkeme salonunu büyüklerin devam ettiği bir okul haline getirmişti. Pşı Alamat'ı, diğer genç Prensler'i ihmal etmiyordu. Sık sık onları ziyaret ediyor, birlik ve beraberlikten söz ediyor, üstü kapalı merkezi hükümetin güçlü olması gerektiğini savunuyordu. Jabağı, genç prenslerin kenara itilmiş gibi bir duyguya kapılmalarından endişe ediyor, baş kaldırıp, iç barışı bozacak bir tutum içine girmelerinden korkuyordu. Onun en büyük arzusu Kabardey balkının barış içinde yaşaması, güçlü olmasıydı. Bunun için de yönetimin sağlam temeller üzerinde bulunmasını, şart kabul ediyordu. Sözlerine sadece prenslerin değil halkın da inanmasını istiyordu. Bunu sağlamak için camiyi ihmal etmiyordu, uygun zamanlarda halkın toplu olduğu cuma günlerinde mutlaka kürsüye çıkıp konuşuyordu. Gerek duruşma salonundaki sohbetlerinde ve gerekse cami kürsüsündeki konuşmalarında günün önemli bir olayını ele alıyor, hayatı sevdirecek, iktidarı güçlü kılacak sözler söylüyordu. Hayatla ölüm arasındaki bağlantıyı dile getiriyor, mantıklı yaşanmayan bir hayatın ne dünyada ne de ahirette bir işe yaramayacağını açık bir dille anlatıyordu. Kazanuko Jabağı, ruh ve düşünce bakımından olgunluğun zirvesine ulaşmıştı. Dozunu hiçbir zaman kaçırmadan sözlerine mizah katıyor, doğru bildiğini; cesaretle, en özlü biçimde, halkın anlayacağı şekilde söylüyordu. Sahip olduğu mevkiden ya da kendisine gösterilen saygıdan dolayı gurura kapılmıyor, ağırbaşlı, mütevazi halini asla bırakmıyordu. Temiz ve sade giyiniyor, soyluların özenerek kullandığı gümüş ya da altın süslemeli kemer, kama gibi şeylere itibar göstermiyordu. Bazı sözleri net, parlak kristal parçaları haline gelmişti. Bunları sık-sık tekrarlıyordu. Bu yüzden herkesin benimseyip ezberlediği, özdeyimler şekline dönüşmüştü. Konulan bir nevi kalıplara döküyor, her sınıftan insanın kavrayabileceği bir biçim veriyor, kısa, veciz cümlelerle gerçekleri ifade etmesini biliyordu. Güzel konuşmak ya da ilgi toplamak için hareket etmiyordu. Sözleri mutlaka bir olayı, acı bir tecrübeyi dile getiriyor, halkın belleğinde iz bırakıyordu. Kazanuko Jabağı, bazı konularda şöyle diyordu:
- Danışmak; gerçeği öğrenmek ve gerçeği bulmak için şarttır. Aklın işlerlik kazanması için önemli bir vasıtadır.
- Geçmiş, eskimiş bir değerdir. Asla geri gelmez. Ondan sadece ibret alınır.
- Zaman içinde herşey değişmektedir, insan bu değişmenin farkında olmalı, zamana uymalıdır.
- İnsanı “çelimsiz” diyerek küçümsemeyin. Siz, ondaki karakter ve ruh yüceliğine bakınız.
- Hiçbir iş değersiz değildir. Mühim olan, insanın başarabileceği ve yararlı olanı seçmiş olmasıdır.
- Düşmanı küçümseyip ona arkanızı dönmeyin.
- Büyük suyun yatağı asla susuz kalmaz.
- Öfkeyle yola çıkmayın, bir iş yapmaya kalkmayın. Çünkü öf mantık yoktur.
- Gurura kapılıp büyük sözler söylemeyin. Çok düşünün, az konuşun.
- Hırsızlık yüz kızartıcı bir suçtur. Büyüğü ile küçüğü arasında hiçbir fark yoktur.
- Oğlunu sen değil başkaları övsün.
- Doğrudan kaçmayın! Sözü doğru olanın yüzü daima ak olur. Sonu ölüm dahi olsa gerçeği (doğruyu) söyleyin.
- Rüzgarın savurduğu kuru yapraklar gibi kendinizi geçici heveslere kaptırmayın.
- İyinin vermediğini, kötü asla vermez. Yaşadığınız sürece doğru ve iyi olanın yanında olun.
- Düşünerek konuşun, bakınarak oturun! Bastığınız yeri görün!
- Bir evin direkleri, tecrübe sahibi ve güngörmüş yaşlılardır. Onlara değer verin ve saygı gösterin!
- Çok oturan kız, tembel, obur kadın şişman olur.
- Kötülerin sonu her zaman felakettir.
- Dostluk belli bir zaman için değil sonsuz olmalıdır.
- Soyluluk insanın adında değil özünde olmalıdır. Ruhça asil olan sözü ve hareketiyle kendisini belli eder.
Kazanuko Jabağ sadece konuşan, laf ebeliği yapan biri değildi, inanarak söylediği şeylerin, günlük hayatta uygulandığını görmek istiyordu. Hayat felsefesini önce kendi nefsinde deniyor, etkilerini çevresinde topluluk içinde izliyordu. Önce saygı gösteriyor. Sonra saygı bekliyordu. Her konuda her alanda, kendisinin yapamadığını ya da yapmak istemediğini başkalarından istemiyordu. Bu açık kalpliliği, bu net görünüşü hiçbir kimseye konuşma fırsatı vermiyordu. Biri çıkıp: “Sen böyle demiştin ancak şöyle yaptın!” diyemiyordu…”
“…Ona göre kalıcı ve sürekli olan halktı. Milli hayatı, geleceğe taşıyacak olan bu büyük kitlenin içinde bulunmak, mutlu olmasına yetiyordu. Güçlü sezgisi, onu böyle düşünmeye zorluyordu. Halkın, sınıflara bölünmüş olmasından dolayı üzülüyordu. Ancak bu konuda ümitsiz değildi. Zamanı geldiğinde eşitlik sağlanacak, kitle bütünleşecekti. Kendisi nasıl soylu-avam demeden herkesi bir görüyorsa; gün gelecek tek sınıflı toplum sistemini savunanlar çoğalacaktı. Bu inançla soylu-vasal ayrımı yapmadan sürekli halkın arasında bulunuyordu. Düğünleri, cenaze ve davetleri kaçırmamaya özen gösteriyordu. Gülenlerle gülüyor, hüzünlü insanların acısını paylaşıyordu. Fakat olaylara bakış şekli sıradan kişilerinki gibi değildi. Katıldığı her toplantıda çevresindekileri düşünmeye zorlayarak günü ve olaylar değerlendiriyordu. İlgi çekmenin, insanları dinletmenin yollarını biliyordu. Konuşmaya başlayacağı zaman topluluğu tatlı-sert uyarıyordu. “Şayet sözün başını bilmezseniz sonunu anlayamazsınız!” diyerek, dikkatleri üzerinde topluyordu. Sözleri, giderek özdeyişler haline gelmişti. Halk arasında: “Jabağı şöyle dedi,” diyerek konuşmak bir nevi adet olmuştu. Böylece hayatın özünü yorumlayan, ahlakı şekillendiren güçlü bir düşünce akımı, ülkenin her tarafına yayılıyordu. Öylesine ki onun sağlam mantığındır süzülen herşey, Kabardey'in hudutlarını aşıyor, bütün Kuzey Kafkasya'da yankı yapıyordu. Zamana ve zemine, olayların niteliğine göre kısa, öz, unutulmayacak sözler buluyordu. Hem bilgilendiriyor, hem de uyarma görevini yerine getiriyordu. Bazen kürsüden kitlelere sesleniyor, bazen de karşısındaki tek kişiyi küçümsemeden, sözlerini tartarak konuşuyordu. Ancak zihni yoracak, asıl fikri yok edecek geniş izahlar yapmıyordu. Çoğu kimsenin saatlerce konuştuğu şeyi, onun tek cümleyle özetlediği oluyordu. Katı kuralcılara; “Adet, uygun olandır!” diyordu. Onları, geleneğin çekilmez yükünden kurtarıyordu. “Kendilerine bir iş edinemeyenler saygıya layık değildir!” diyerek, tembelleri uyarıyordu. Halkın hafızasında yer eden sözleri, ağızdan ağıza, ülkenin her tarafına dolaşıyordu. Sonra dönüp dolaşıp kendi kulağına geliyordu. "Jabağ, şöyle dedi" diyenlere gülümseyerek bakıyordu.
- Değirmenin taşı, öğütecek birşey bulursa döner!
- İşi, işin sahibi yapar!
- Yağmur durduktan sonra yamçı taşınmaz!
- Kötü ne kadar güzel görünürse görünsün, o gene kötüdür.
- Kalp kırmanın ardında acı vardır!
- Kişinin elçisi kendi dilidir.
- İki düşün, bir konuş!
- Ölüm bugün onaysa, yarın sanadır!
- Güven duygusu vermeyen saygı görmez!
- Yiğitlik, yalvarmakla kazanılmaz!
- Söyleyeceğini iyi düşün, söyleneni iyi dinle!
Bazen nasihat ederken bu kadar sabırlı ve iyimser olamıyordu. Sanki elinde değilmiş gibi hafifçe sinirleniyordu. Böyle durumlarda hicvin acı dilini kullanıyordu.
- Söyleyin bakalım: Dişi köpeğin, kuzu doğurduğunu gördünüz mü?
- Kedinin yavrusu büyüdüğünde fare avcısı olur!
- Tazının yavrusu nasıl havlamıyorsa, Vork'un önderi de davacı olmaz!
Kişiye olduğu kadar topluluğa da yön vermesini biliyordu. Halkın uyum içinde yaşaması için karşılıklı saygının ne kadar önemli olduğunu dile getiriyordu.
- Milletin kararı herkesi bağlar!
- Topluluğu ilgilendiren konularda ayrı köşelere çekilip düşünmeyin! Bir araya gelerek bilgi alışverişi yapın. Birlikte karar verin!
- Koyun sürüsü kaybolacağı zaman uyuz keçi öncü olur.
- Topluluğa katılmayan, topluluk içinde yaşamasını bilmez!
- Başlar anlaşırsa, eller birbirini yıkar!
- Büyüğün olmadığı yerde küçük, küçüğün olmadığı yerde büyük olmaz!
- Küfretmenin arkasında kavga, kavganın arkasında da acı vardır!
Kafkasya'da kadının, topluluk içinde üstün bir yeri vardı. Anaerkil dönemden kalma ayrıcalık durumunu koruyordu. Bu bir tapınma, aşırı bir yüceltme değildi. Bir değerin, bir anlayışın sürdürülmesi şeklindeydi. Kadın, ailenin temeliydi. Eğer bir evin kadını yoksa o aile yoksul sayılırdı. Kadın, güçlü olmanın, zenginliğin simgesiydi. Erkeğin değeri, eşine gösterilen saygıyla belli olurdu. Kadın, iffet ve faziletli. Özellikleriyle kocasını yüceltir, topluluk içinde ona seçkin bir yer hazırlardı. Evde en makbul yer kadına verilirdi. Kadın, kendisine teklif edileni, yaşına uygun biçimde değerlendirir, ona göre seçimini yapardı. Yolda veya sokakta öne geçmez ya da arkada kalmazdı. Eşinin sağında yürürdü. Gurup halindeyken kadın veya kadınlar ortaya alınırdıKazunuko Jabağ, bu eski adetleri biliyordu. Bazı şeylerin yozlaştığını görerek üzülüyordu. Her fırsatta kadınlara verdiği değeri dile getiriyordu. “Bizi büyüten, bizi ilk eğiten onlar!” diyordu. Halk arasındaki uyuşmazlıkların her türlü kötülüğün, onların eli ve diliyle yok olacağını savunuyordu. Ancak kadınlara seslenirken; Onları hem övüyor hem de uyarıyordu.
- Kadın, önce anadır. Sonra eştir, kardeştir! onlardan söz ederken önce bunları düşünmeliyiz.
- Kadının aşağıladığı erkeğin itibarını topluluk iade edemez. Buna karşılık topluluğun aşağıladığı erkeğin itibarını kadın iade edebilir.
- Gerçek yiğit, kadını döven değil, onu hoş tutandır.
- Kadını aşağılamak, ona silah çekmek yiğitlik değildir!
- Gerçek yiğit, gerektiğinde kadını için can verendir?
- Kaçan kadın kısmetsizdir.
- Yalancı çocuk yetiştiren annenin hem sevinci hem de gözyaşı eksik olmaz!
- Çocuğu olmayan kadını hor görmeyin! Unutmayın: Arının da balsız kaldığı günler olur.
Sanki gezici bir okul kurmuştu. Bildiklerini, tecrübelerini halka aktarmak için acele ediyor gibiydi. Fırsat buldukça Pşıkoce'nin kenar semtlerini dolaşıyor; uzak-yakın demeden Beştav bölgesindeki köyleri sık sık ziyaret ediyordu. Her yerde sohbetini veciz sözlerle bağlıyordu. Haftanın cuma günlerini davalar için ayırmıştı. Tarafların bir itirazı olmazsa duruşmaları halka açık yapıyordu. Duruşma salonunda kendisi için arkalıksız küçük bir iskemle, davalı ve davacılar içinde iki basit kanepe vardı. Mahkemeyi izlemek isteyenler otursa onlar ayakta duruyorlardı. Doğal yapısını hiç bozmuyordu, isteyerek olmamasına rağmen çatık kaşları ona ciddi bir hava veriyordu. Ancak kendisini iyi tanıyanlar, bu sıkıntılı havayı ne zaman bozacağını merak ediyorlardı. Davacı ve davalı, ardından gösterilen tanıkları sabırla dinliyordu. Nihayet beklenen an geliyordu. Karşılıklı suçlamaların meydana getirdiği sinirli gerilimi, tadı bir mizahla dağıtıyordu. Genelde ani karar vermiyordu. Taraflara nasihat ederek bir orta yol bulmaya çalışıyordu. Çoğunda da başarılı oluyordu. Dargınlar barışıyor, borçlu ya da alacaklı haklarından vazgeçiyorlardı.
Camiyi ve dini telkinde bulunmayı hiçbir zaman ihmal etmiyordu. Görevi olmadığı halde sık sık kürsüye çıkıp konuşuyordu, insanlara hayatı sevdiriyordu. Ölümü olağan bir olay, ölüm ötesini sonsuzluğun bir ifadesi olduğunu anlatıyordu. İnsanları, yaratıcının gazabıyla korkutmamaya özen gösteriyordu. İnanmanın beşeri bir ihtiyaç olduğunu söylüyordu. Her defasında topluluğa güven veren özlü bir söz buluyordu. Konuşmasını bu şekilde tamamlıyordu.- Kişinin en büyük tanığı kendi imanı, kendi vicdanıdır! diyordu. Her yaz, Penç Hasan Panayırı'na gidiyordu. Bütün Kuzey Kafkasya'yı bir araya getiren bu pazaryerini, orada toplanan mahşeri kalabalığı seviyordu. Çeşitli bölgelerden gelen insanları görmekten, onlarla konuşmaktan büyük bir zevk duyuyordu: Penç Hasan Panayırı'nda, Kafkasya'nın bütünleştiğini, kabilelerin tek bir millet haline geldiğini, dillerin, lehçelerin, şivelerin burada birbirinin içinde eridiğini, derin vadilerin, nehirlerin, kesif ormanların ayırdığı toplulukların alışveriş ederek kaynaştığını görüyor, kimsenin hissetmediği bir duyarlılıkla gülümsüyor, geleceğe ümitle bakıyordu. Panayıra katılan her gurup “Kazanuko Jabağ” adını artık çok iyi biliyor, onu, özellikleri ve kişiliğiyle tanıyorlardı. Çeçenler, Avarlar, Asetilenler, Balkara ve Karaçaylar, Şapsığlar, Jabağ'ı kamplarına davet ederek ağırlıyor, sorular soruyor, onunla uzun süre sohbet ediyorlardı. Nogaylar, kendilerine güleryüz gösteren Kazanuko'yu hiçbir zaman ihmal etmiyorlardı, çevresinde bağdaş kurup oturuyor, seyrek sakallarını karıştırarak, onun anlamlı sözlerini çözmeye çalışıyorlardı.Kazanuko Jabağ, kişilerin özel merakını ve dertlerini yeterli bulmuyordu. Onun asıl hedefi topluluklardı. Kitlelerin kaynaşmasını, bir bütün olmasını istiyordu. Kabilelere, sözde özerk bölgelere bölünmüş Kafkasya'ya bakıp üzülüyor, bazen sudan sebeplerle birbirine saldıran bu toplulukların nasıl bir yanlışlığın içinde bulunduklarını görüyor, taraf tutmadan hepsini uyarıyordu.
- Farkında olmadan kendi ocağınızı söndürüyor, öz kardeşlerinizi öldürüyorsunuz. İyi düşünün ve durumunuzu iyi tetkik edin! Sizler, aynı ailenin insanlarısınız. Bir evin çocukları gibi aynı toprakları paylaşıyorsunuz. Barış içinde birbirinize saygı duyarak yaşamalısınız. Diyordu.
Gerçekleşmesi güç ideali, yüreğini yakıyordu. O, Kuzey Kafkasya'nın tek merkezden yönetilmesini, güçlü bir devlet olmasını istiyordu. içinde yanan ateşin özünde bu vardı. Kazanuko hayalperest değildi. Mantığı gerçekle düşü birbirinden ayırabilecek kadar sağlamdı. Kuzey Kafkasya'da yaşayan toplulukların şimdilik bir çatı altında toplanamayacak kadar bağımsız ruhlu olduklarım biliyordu. Her kabilenin, arzu ettiği şeylere ne derece yakın ya da uzak olduğunu görüyordu. Bu düşünceyle sabırlı davranıyor, hareket yerine söz ve ikna yolunu seçiyor, durmadan konuşuyor, kafaların, mutlaka günün birinde olgunlaşacağım ümit ediyordu…” Kazanuka Jabağı, Osman Çelik, sf:-225-233, Timaş Yayınları, İstanbul 1996.